Sevgili okuyucularım, aziz ve muhterem kardeşlerim. (Ey sekiz kişi!)
Nasılsınız?
Schopenhauer ’in alışılmadık ölçüde duygusuz bir cinselliği vardı. Daha sonraları genç bir adam olarak şöyle itiraf ediyordu: “Kadınlardan çok hoşlanıyordum. –keşke beni arzu etmiş olsalardı.” Nietzsche bütün yaşamı boyunca sadece bir kez bir cinsel deneyim yaşadı, o da bir fahişeyle. Ve bu tek ilişki bütün hayatı boyunca kendisini bırakmayan frengiye neden olmuştu. Bilindiği kadarıyla bunun dışında sadece bir kez Lou Salome’dan küçük bir öpücük alabilmişti. Wagner eski dostunun sağlık sorunları üzerine bir söylenti yaymıştı daha sonra araları bozulunca: Ona göre filozofun bütün o hastalıkları aşırı mastürbasyondan kaynaklanıyordu. Geçenlerde bi yerde, birbiriyle evlenmemeleri icap edenlerin birbirlerine aşık olanlar olduğunu okudum. Son zamanlarda Foucault’un şu lafıyla bakıyorum her şeye: “Kendi kelimelerimize söz düşmeden çok önce dil bizi yönetiyor ve elimizi kolumuzu bağlıyor.” Sado-mazoşist eğilimleri olan Faucault, akademik çalışmaları için gittiği New York’un, grup sex partileriyle meşhur hamamlarına sık sık takıltakılırdı. Bu kişi, ‘insan icad edilmiştir’ demiştir, “bizler,” demiştir, “tarihsel olarak tarihi, söylemler konusunda icad edilmiş söylemleri ve önceden söylenmiş sözleri dinlemeye mahkumuz,” demiştir....Evet belki gereksiz ama onun kendini kırbaçlatırken hayal etmek şeyinde de marazi bir lezzet var sanki… Schopenhauer flüt çalarmış. İkinci Dünya Savaşı’nda Wittgenstein’ın her iki tarafta savaşan yeğenleri varmış. Voltaire’in ikinci karısı, kendi kız kardeşinin kızıymış. Çaykovski karısının ısrarlı cinsel isteklerine dayanamadığı için intihara kalkışmış. Bu arada bu günkü gazetelerden birinde Arif Demir (55) adında bir adamın karısını satırla doğradığını öğrendim. Bu kişi karısının kendisini başkalarıyla aldattığını, ona bunu niçin yaptığını sorduğunu, karısının da “ben ikinize de yeterim,” diye cevap verdiğini, bunun üzerine satırı kafasına indirdiğini söylemiş. Katil koca karısının kendisini öldürmeyi planladığını da sözlerine eklemiş. Mahkemeye verdiği ifadesinde şöyle şöyle şöyle konuşmuş bu şahıs: “Karım bana değişik kokulu çay ve hap içiriyordu. Hapların cinsel gücü artırdığını söylüyordu. Çay içince devamlı sevişiyorduk. Benim kalbimin çarpıntısı tutuyordu. 'Ne oluyor' diye sorunca, 'Ne güzel, mutlu oluyoruz' diye konuşuyordu. Meğer beni kalp krizinden öldürmek istiyormuş.” Diogenes, bir gün zeytin ağacına asılı kadınlar görünce “keşke bütün ağaçlar böyle meyve verse,” demiş. Ona sadaka veren adamı birileri övünce “bunu almayı hak eden adamı övmüyorsunuz ama,” demiş. Bu kinik filozof bir gün agorada mastürbasyon yaparken, “keşke ovuşturmakla karnın da açlığı geçse,” demiş bir de.
Kelimeler ve Şeyler’de sevgili Foucault şöyle diyor:
İnsan nasıl oluyor da, ağzı, nabız atışları ve saklı enerjisi ona dolaysız olarak verilen ve bu sayıların oluşturduğu deneyimi sürekli aşan bir hayat olabiliyor? Nasıl oluyor da, yasaları ve talepleri yabancı bir sistem gibi kendine dayatılan şu emek olabiliyor? Nasıl oluyor da, binlerce yıldır o olmadan şekillenmiş olan bir dilin öznesi olabiliyor? Bu dil ki, örgütlemesi ondan kaçıyor, anlamı onun söylem aracılığıyla ancak anlık olarak bölebildiği neredeyse alt edilemez bir uyku uyuyor ve bu dil ki, insan ta en başından beri konuşmasını ve düşüncesini onun içine yerleştirmeye mahkum; sanki bu konuşma ve düşünceler, o sayısız imkanların oluşturduğu ağın yalnızca bir dilimini, o da kısa bir süreliğine canlandırmaktan başka bir şey yapmazlarmış gibi...
Trump bir kez daha başkan oldu. (Fakat ne mutlu bize ki bu başkana şarlatan diyebiliyoruz.)
1900-1926 arası paris'inden sokak manzaraları. (bir kısım fransız romanını okurken işinize yarayabilir.) dalgalar. çok acayip nişan ve düğün fotoğrafları. ikea kullanma klavuzu adamları. kanadalı politikacı wyatt scott'ın seçim kampanyası için hazırladığı macera dolu video. bir şeylerin ters gidişinin fotoğraflanışı koleksiyonu. mark twain şöyle demiş: "sağlığınızı korumanın tek yolu yapmak istediğinizi yapmamaktır." (adam haklı beyler.) gidip yağlı boyozları mideye mi indereyim? yoksa evde kalıp son derece sağlıklı bi kahvaltı mı hazırlayayım? (boyoza gitti.) 5 adımda terminatörlük mesleği. eski punk afişleri koleksiyonu. imparatorluk güçleri için star wars propaganda posterleri. penis şeklinde bulutlar koleksiyonu blogu.
“İnsan olsa olsa zamanın enkazıdır,” diyor Marx “Felsefenin Sefaleti”nde.
Marx, Felsefenin Sefaleti’ni, Proudhon’un “Sefaletin Felsefesi" adlı kitabını eleştirmek maksadıyla yazdı. Benzeri bi şeyi yüzyıllar önce İbn-i Rüşd de yapmış; Gazzâlî’nin, felsefecileri tanrı karşısında hadsiz davranmakla suçladığı “Filozofların Çelişkileri” adlı kitabına karşı felsefeyi savunmak için yazdığı eserine “Çelişkinin Çelişkileri” ismini vermişti.
Dün gece rüyamda annemi gördüm. Arada uyanıyor gibi olunca, "dur uyuyayım yine ya, annemle biraz daha zaman geçireyim," diyordum.
“Çok az şey geldi başıma, çoğunu okudum. Daha doğrusu: Schopenhauer’in düşüncesi ya da İngiltere’nin sözel müziğinden daha çok hatırlamaya değen pek az şey geldi başıma,” diye yazar ‘Yaratan’ın sonsözünde Borges.
“İnzalin belirtisi şudur, ellerini ayaklarını bırakır, gözleri küçülür ve erkeği ile yüz yüze gelmekten utanıp kolunu yüzüne koyar ve alnı terleyip eklemleri gevşer ve titreme gelip şehvetinden erkeğine sarılır” (17.yy., Tabib Mustafa Ebu'l-Feyz, Tuhfetü'I-Müteehhilin, s.A 10a)
Galip Paşa’nın Mutayaba-ı Türkiyye’sinde “daş erüşmez osuruğuna” diye, “çok koşarak kaçmak” anlamına gelen bi deyim kullanıyormuş.
Fransız düşünür Edmond Goblot, şöyle demiş: “Filozoflar başkalarının düşünmeden söylediklerini düşünerek söylerler. “ Hmmm..
Spinoza:
“Lütfen, devinim durumunda olan taşın, bu süre boyunca, devinimini sürdürmeye çabaladığım sandığını ve bunu bildiğini düşünün. Şimdi bu taş, yalnızca çabasının bilincinde olduğuna ve hiç de kayıtsız olmadığına göre, kesin olarak bütünüyle özgür olduğunu ve devinimi sürdürmesinin tek nedeninin kendi isteği olduğunu düşünecektir. İşte bu, insanoğlunun iyesi olmakla övündüğü özgürlüktür ve işte bu yüzden insanlar isteklerinin bilincindedirler ve onları belirleyen nedenlerin ayrımında olmazlar. Aynı şekilde bir bebek sütü, kızgın bir çocuk öç almayı, korkak bir çocuk kaçmayı özgürce istediğini zanneder.”
Cananın o günkü hali eyvah / Eyvah benim o günkü halim diyor Abdülhak Hamid.
Salman Ruşdi’nin “İki Yıl Sekiz Ay Yirmi Sekiz Gece”sini okudum. İçinde İbn-i Rüşd, Gazzali falan var diye sırf. (Rüşdi için değil yani.) Amerikan süper kahraman çizgi romanlarının kıyamet temalı hikayelerini andıran bi yapısı var: Cinler arası bir dünyalar savaşı söz konusu. Ama yine de keyif alarak okudum diyebilirim. Çeviriyi çok beğendim özellikle.
Bu kitabın bi yerinde şöyle bir cümle geçiyor: “Hepimiz onu (ölümü) içimizde taşırız, tıpkı bir meyvenin çekirdeğini taşıması gibi.”
Sâlâh Birsel, Bay Sessizlik’te Tibet’in kibar haydutlarından bahsediyor:
“Hue adında bir rahip XIX. yüzyıl ortalarında, Rahip Gabet ile birlikte Moğolistan ve Tibet'te misyonerlik çatapatasına çıktığı vakit, Tibet dolaylarında Sen-Ula dağına raslar. “iyi Dağ” anlamına gelen Sen-Ula karmanyolacısı bol, bir pekmez tavasıdır. Haydutlar uğruluklarım hep çıtıpıtı sözlerle süslerler ve hiçmihiç, piçtovlarını. yolcuların gögüslerine dayayıp: “Ya keseni, ya canını” demek görgüsüzlüğünde bulunmazlar.
Sadece avlarına gönülsüzce yaklaşır ve: ' 'Ağabey, taban tepmekten yoruldum bana atını biraz verir misin?“ derler.
Ya da: — On param yok. Ağabey cüzdanım bugünlük kullanabilir miyim?
Ya da: — Ağabey hava çok söğüdü. Lütfen giysini ödünç verir misin?
Eğer ağabey, bunları ödünç verecek kadar insanseverse uğrular ona bin teşekkür edermiş. Yok, buna yanaşmazsa o zaman da sopaya başvurulurmuş. O da yarar sağlamazsa bu kez de kılıca el atılırmış.”
Nabokov, “Göz”de Marx hazretlerine şöyle laf atmaktadır: “Her şey akışkan, her şey şansa bağlıdır, Viktorya modası kareli pantalonlu o aksi burjuvanın, uykusuzluk ve migrenin meyvesi Das Kapital'in yazarının çabaları da boşunaydı. “
“Uykusuzluk ve migrenin meyvesi…” (Meh!..)
Nabokov, aynı öyküde şöyle diyor bi de: “Sanki güzellikleri yüzünden gözleri gündelik kullanıma uygun değilmiş gibi.”
“Aşkı bilen,” diyor Neşet Ertaş, “saz çalmasın.”
Zygmunt Bauman ne diyordu?:
“Unutmamak gerekir ki soykırıma katılanların çoğu, Yahudi çocuklara kurşun sıkmış ya da gaz odalarına gaz vermiş değildir… Çoğu bürokrat notları düzenlemiş, taslakları hazırlamış, telefonda konuşmuş ve konferanslara katılmıştır. Onlar masalarında oturarak tüm bir halkı yok edebilirler. Görünürde zararsız gayretlerinin nihai sonucunu bilselerdi, bu bilgi kafalarının uzak girintileri içinde kalırdı ancak…”
İyi günler.
Resimli tefrika kısmını da siz mi çiziyorsunuz?